taif


      Taif ("kapsayan" anlamına gelir), Suudi Arabistan'ın  Hicaz bölgesindeki, Cidde'ye 2 saat sürüş mesafesinde dağlarda yer almaktadır. 6.000 ayak yüksekliğine ve bol yağış alması nedeniyle, kentin yıl boyunca hoş bir havası vardır.Yazları ılıman (80-90F derece) ve kışları serin bir iklime sahiptir. Taif Arabistan'ın yazlık başkenti olduğundan yaklaşık 400.000 normal nüfusu varken yaz aylarında bu rakam iki katına çıkabilir. Yıl boyunca, şehir Arabistan'ın en popüler tatil beldelerinden biridir. Taif, eski ve yeni yapılarla birlikte mermer ve ahşap panjur pencereleri olan eski çamur yapıların yanı sıra ultra camlı modern devlet dairelerinin olduğu şehirdir. Zakkum ve nar ağaçları hemen göze çarpar. Peyzaj alanları, çok verimli teraslı sulama toprakları vardır. Bu topraklarda özellikle nar, gül, üzüm yetiştirilir.

 Alışveriş
 Nereye bakacağınızı biliyorsanız istediğiniz her şeyi bulabilirsiniz.  Nereye bakılacağını bilmek, bazı zaman, enerji ve sabır gerektirir.Genelde küçük dükkanlar (souqs) köklü butikler ve küçük mağazalar çoktur. Alışveriş ve eğlencede ihtiyaçları karşılamak için her şeyi bulmak mümkündür.  En iyisini satan elektronik aletler, Fransız parfüm ve altın takılar vazgeçilmezlerdendir. Esnaf dürüst ve "souq" pazarlık sanatsal bir beceridir.Birçok küçük bakkallarla birlikte üç büyük süpermarket vardır.  Meyve ve sebze dükkanları güzel ve taze ürünler satar. Gıda fiyatları, taze et ve sebze çevre şehirlere göre makuldür.Yerel yapılan ekmek şekerli ama  ucuz ve de  lezzetlidir.

Yükseklik
 Taif'in denizden yüksekliği yaklaşık olarak 1650 metredir. Mekke tarafı girişinde Al Hada 6.000 Ft rakımda Taif Dağları yer almaktadır. (yaklaşık 1900 metre).  Bu yükseklikte oksijen, azlığından egzersiz, merdiven çıkma veya ağır yükleri taşıyanlar ve buralara daha az gelenler oksijen azlığını hissedecektir.


Taif Hada Yolu
 Bu muhteşem yol bu civardaki en güzel yoldur. Taif'i önce Mekke'ye sonrada Cidde'ye bağlar. Bu yol yapılmadan önce Taif Mekke'ye seyl yolundan 120 km iken hada yolundan yaklaşık 90 km'ye düşmüştür. Nefes kesici ve görkemli olan bu yol, 21 kilometre ve 93 virajlı 6.500 metre uzunluğundadır. Ancak, özellikle gün batımından sonra yolculuk için tehlikeli olabilir.

Taif Havaalanı
 Taif modern bir ulusal havaalanına sahiptir. Cidde, Riyad, ve Doğu İllerine sık ve  direkt uçak seferleri bulunmaktadır. Wadi Turabah Taif'e 40km, Suudi Arabistan'ın , 2. en yüksek dağı olan İbrahim Jebel dağının yakınında yer almaktadır. Buralar, tırmanma, piknik ve kamp için mükemmel bir noktadır.

Gezilecek Yerler

Al Rudaf Park: Taif güneyinde bulunan bu muhteşem yer granit kayalarla yıllanmış ağaçların ortasında dağılmış büyük bir doğal parktır. Site olan bu yer de aynı zamanda, küçük bir hayvanat bahçesi vardır.

Wadi Mitna: Hicret'in 662 senesinin içinde Hz Muhammed'in kutsal din olan islamı yaymak ve Allah'ın  Tevfik ve desteğini kazanmak için buraya gelipte taif'teki kabileler tarafından taşlandığı yer.Daha sonra buraya küçük bir cami yapılmıştır.

Al Shafa: Yüksek tarım ürünleri bakımından zengin ve yüksek dağlar üzerinde yer alan küçük bir köy. Burada meyve bahçeleri bolca bulunmaktadır. Büyük ihtişamlı görüntüsü, kamera tutkunu ve maceralı bir kalbe sahip olanlar için gezmeye değer yerlerden biridir. Denizden yüksekliği 2100 metredir.

Kaya Oyma Sitesi: Taif'in 40 km kuzeyinde bulunan, islamdan öncede yılın belli vaktide kurulan panayır. Souq igaz panayırı yıllık sosyal, siyasal ve ticari toplantılara sahne oldu. Aynı zamanda,burada şiir rekabetleri yada yarışmaları ile birlikte  nesir alanında da ün yapmıştır. Halen burada binaların duvarları bazalt taş önde gelen ana hatları da dahil olmak üzere devam etmektedir.

Nature Reserve: Al Hada hastane ve Sheraton Hotel arasındaki Al Hada dağın'ın en büyük doğa koruma yeri.  Al Hada bu ağaç ve bitkilerin korunması insana  huzur ve gerçek bir güzellik sunuyor.Aynı zamanda dağın üzerinde gün batımını seeyretmek doyumsuzdur.

Şohata Köyü

   Peygamber efendimizin çocukluğunun geçtiği Beni saad kabilesinden Halime'nin Peygamber Efendimizi büyüttüğü belde. Şu anda geçmişten kalma taş klaıntıları bulunmaktadır.




PEYGAMBER EFENDİMİZİN TAİFE GELİŞİ

Müşrikler, Ebû Tâlib ile Hz. Hatice'nin vefatlarını fırsat bildiler. Âdeta bu zamanı bekliyorlarmış gibi, Peygamber Efendimize reva gördükleri eza ve cefaları birden kat kat artırdılar. Öyle ki, Efendimiz, onların zulüm, hakaret ve işkencelerinden dolayı dini neşretme vazifesini yapamaz hâle gelmişti.
Müşriklerin bu insafsız ve merhametsiz tutumu, Resûl-i Kibriya Efendimizi fazlasıyla müteessir ediyordu. Bu sebeple Taife gitmeye karar verdi. Maksadı, Kureyş müşriklerine karşı, Taif te oturan Sakif Kabilesinden kendisini korumalarını ve İslâm dâvasını kabul etmelerin istemekti!
Taif, Arabistan'ın mühim yerlerinden biriydi. Bağ ve bahçeleriyle şöhret bulmuştu. Ayrıca, Resûlullah'ın süt annesi Hali-me'nin mensup olduğu Benî Sa'd Kabilesi de buraya yakın oturuyordu. Dolayısıyla, Efendimiz, bu belde sakinlerinin îs-lâm'a alâka duyup îmanla şereflenebilecekleri ümidini besliyordu. Bu ümidi tahakkuk ettiği takdirde, Kureyş müşriklerine karşı büyük bir güç de elde etmiş olacaktı!
Tarih, bi'setin 10. yılı Şevval ayının 27'sini gösteriyordu.i
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz Zeyd b. Harise'yle birlikte gizlice Mekke'den ayrılarak Taife vardı. Orada Sakif Kabîlesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. Onları İslâm dinine davet etti. Kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı. Ancak, kaldığı 10 gün zarfında hiçbir müsbet netice elde edemedi; üstelik, hakaret ve istihza ile mukabele gördü, türlü türlü ithamlara mâruz kaldı.
Reislerinden biri, "Allah, peygamber göndermek için, senden başka kimse bulamadı mı?" diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübarek kalblerini teessüre boğdu. Bir başkası, "Vallahi," dedi, "ben hiçbir zaman seninle konuşmayacağım! Çünkü, sen, şayet dediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen, senin sözünü reddetmekle kendimi büyük tehlikeye atmak istemem! Eğer, sen 'Allah'ın Peygamberiyim.'diye Allah adına hilâf-ı hakikat konuşuyorsan, o takdirde de ben seninle konuşmaya lüzum görmem!"343
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu davranışları ve sözleri üzerine Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anladı ve bundan müteessir oldu.
Müşriklerin bu durumu haber alıp cür'etlerini artırmalarından endişe duyduğu için de, yanlarından ayrılacağı sırada onlara, "Bari, konuştuklarımız aramızda kalsın; başka kimse duymasın." dedi.
Ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı ikinci bir belde olan Taif sakinleri, Resûl-i Zîşan'ın bu arzusunu da kabul etmediler. Gençlerinin islâmiyete alâka duymalarından korkarak, İki Cihan Güneşi Efendimize, "Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz!"344 dediler.
Lat ve Uzza'ya tapmakta Mekkeli müşriklerle yarışıp duran Sakifliler, bu çirkin sözlerle de yetinmediler; beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine, ayak takımını, sokak gençlerini ve köleleri kışkırtarak saldırttılar.
Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kâinatın Efendisini ve Hz. Zeyd'i taşa tuttular.
Resûlullah'ın mübarek ayaklan kana bulandı. Öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hâle geldi. Resûl-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ızdırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı.
Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu Resûl-i Kibriya'ya siper etmişti. Şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mâni olmaya çalışıyordu. Ama nafile idi. O da kan revan içinde kaldı.
Resûl-i Ekrem, bu âdice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. Bağın sahipleri, kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe b. Rabia adında iki kardeşti.
Resûl-i Ekrem, bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu âdice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra şu hazin münâcâtta bulundu:
"Allah'ım!.. Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak Sana arzeder, Sana şikâyet ederim.
"Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah!.. Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.
"Allah'ım!.. Yeter ki, Senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat, Senin af ve mağfiretin, bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.
"Allah'ım!.. Senin gazabına uğramaktan, İlâhî rızandan uzak kalmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve âhiret işlerini yoluna koyan İlâhî nuruna sığınırım!
"Allah'ım!.. Sen razı oluncaya kadar affını dilerim!
"Allah'ım!.. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kâimdir!"345
KÖLE ADDAS
Bağ sahipleri, Resûl-i Kibriya Efendimizin mâruz kaldığı şen'î ve menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler ve acıma duyguları harekete gelmişti. Köleleri Addas'la Efendimize biraz ü-züm göndererek ikramda bulundular.
Addas, tabak içindeki üzümü alıp Efendimize getirdi. Resûl-i Ekrem, üzümü "Bismillah." diyerek alıp yemeye başlayınca Addas'ın dikkatini çekti. Kendi kendine, "Vallahi," dedi, "bu sözü, bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler!"
Fahr-i Âlem Efendimiz, "Ey Addas!.. Sen hangi belde halkındansın ve hangi dindensin?" diye sordu.
Addas, "Ninovalıyım ve Hıristiyanım." diye cevap verdi.
"Demek, sen, o sâlih kişi Yunus İbn-i Metta'nın hemşehrisi-sin."
"Sen, Yunus İbn-i Metta'yı nereden biliyorsun?"
"O, benim kardeşimdir, O bir peygamberdi. Ben de peygamberim."
Bunun üzerine, Addas kendisini tutamadı ve Resûlullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü!
Manzarayı uzaktan seyreden bağ sahiplerinden biri, diğerine, "Senin adamın," dedi, "gözünün önünde kölenin itikadını bozdu!"
Addas yanlarına dönünce de, ikisi birden, "Yazıklar olsun sana Addas!.. Sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün?" diyerek onu azarladılar.
Addas'ın efendilerine cevabı ise şu oldu:"Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana bir şey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir!"346
PEYGAMBERİMİZİN ŞEFKAT VE MERHAMETİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli ve Sakif Kabîlesiyle Taiflilerden maksadına muvafık bir netice alamamanın teessürü içinde yoluna devam etti. Mekke'ye iki konaklık bir mesafe kalmıştı ki, zâtını bir bulutun gölgelemekte olduğunu gördü. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Hz. Cebrail'i farketti.
Cebrail (a.s.) seslendi: "Şüphesiz, Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti; sana, şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin!"
O anda görünen dağlar meleği de, emrine amade olduğunu ve istediği takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan Dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi.
Fakat, şefkat ve merhamet kaynağı Resûl-i Ekrem'in arzusu başka idi. Dağlar meleğine şu cevabı verdi:
"Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ'nın bu müşriklerin sulbünden, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır."347
Evet, Peygamber Efendimizin maksat ve gayesi, insanları beddualarla yok etmek, belâ ve musibetlere uğratıp perişan etmek değildi; aksine, insanların îmana kavuşması, hidâyete ulaşması ve ebedî saadete ermesi idi. Her adımını bu gayenin tahakkuku için atıyor, her hareketini bu ulvî maksat için yapıyor, her teşebbüsünde bu eşsiz hedef bulunuyordu. Bu sebeple,her dakikası bir nevi ibâdetle geçiyor ve her ânı nurlu bir manzara olarak maziye akıp gidiyordu.
CİNLERİN, PEYGAMBERİMİZİ DİNLEMESİ
Peygamber Efendimiz, Mekke'ye varmadan Nahle adlı mevkide bir müddet istirahat etti. Namaza durduğu bir sırada Nusaybin cinlerinden bazıları oradan geçerken, Efendimizin okuduğu Kur'ân'ı duyunca, durarak dinlediler ve orada Müslüman oldular. Sonra da kavimlerine dönerek onları îmana davet ettiler.348
Kur'ân-ı Kerîm, bu hâdiseden bize haber verir: "Hani; cinlerden birtakımını Kur'ân dinlemek üzere sana sevketmiştik; bu suretle vakta ki ona hazır oldular: 'Susun, dinleyin.' dediler. Sonra bitirildiği vakit de döndüler. İnzar etmek üzere kavimlerine gittiler. 'Ey kavminiz!..' dediler, 'Haberiniz olsun: Bizler bir kitap dinledik. Musa'dan sonra indirilmiş önündekini tasdik ediyor, hakka ve bir doğru yola hidâyet ediyor! Ey kavmimiz!.. Allah'ın dâvetçisine icabet edin ve ona îman getirin ki bazı günahlarınıza mağfiret buyursun ve sizi elim bir azabtan korusun!'"349
MEKKE'YE GİRİŞ
Peygamber Efendimiz, Batn-ı Nahle'de bir müddet ikamet ettikten sonra Mekke'ye yöneldi. Kureyş'in kendisini kolay kolay Mekke'ye sokmayacağını biliyordu. Bunun için o zamanın âdetine göre birinin himâyesi altına girmesi gerekiyordu.
Bu sebeple, Hira'ya varınca, birini göndererek, müşrik Mut'im b. Adiyy'in himayesini istedi. Mut'im, isteğini kabul etti ve oğullarını silâhlandırarak, kendisi de beraberinde olduğu hâlde, Efendimizi Hira'dan alarak Mekke'ye getirdiler.350
Müşrikler, Mut'im'in bu hareketine çok kızdılar, ama ses çıkaramadılar.
Fahr-i Âlem Efendimiz, müşriklerin kin saçan bakışları arasında Kabe'yi tavaf etti, Harem-i Şerifte iki rekât namaz kıldı ve oradan evine gitti.
Başta Peygamberimiz ve bütün Müslümanlar, müşrik olan Mut'im b. Adiyy'in bu iyiliğini ömürleri boyu unutmadılar. Resûl-i Ekrem, onun bu iyiliğini, müşriklere karşı kazandığı Bedir Zaferi sonrasında bile yâdetmiştir.
Mut'im'in oğlu Cübeyr, Bedir esirleri hakkında konuşmak için Medine'ye gelmişti. Peygamberimiz, onu kabul etmiş, ricasını dinledikten sonra şöyle demişti:
"Eğer, baban Mut'im hayatta olsaydı ve şu adamlar hakkında ricada bulunsaydı, şüphesiz, ben, onları Mut'im'e bağışlardım!"351

344 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 61; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 211-212; Taberî,' İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 61; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 211. Ibn-i Hişam, A.g Tarih, c. 2, s. 26.
345 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 61-62; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 212.
346 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 63.
347 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 60-63; Buharî, Sahih, c. 4, s. 83.
348 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 63; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 122.
349 Ahkâf, 29-31; Bkz.: Cin, 1-15.
351 Buharî, Sahih, c. 4, s. 83.
İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 212; Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 237.










Bilgi Murat Serim. Kaynak gösterierek alıntı yapılabilir.